Edebiyat Yazıları

Stok Kodu:
9789753632416
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
240
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
4
Basım Tarihi:
2008-03-03
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
3.Hamur
Dili:
Türkçe
10,15
9789753632416
414427
Edebiyat Yazıları
Edebiyat Yazıları
10.15
Nazım Hikmete, Kemal Tahire, A. Hamdi Tanpınara, çeşitli şairlere ve edebiyat sorunlarına ilişkin bu yazılar gerçek anlamıyla edebiyat eleştirileri değil. Bu yazılardaki yaklaşım, felsefe geleneğinden yoksun edebiyat eleştirimizin ötesine geçmek isteyen iyi niyetli ürünler olarak görülebilir. Tadımlık İnsan bir yandan sınırsız isteklerinin, kayıt tanımaz düşlerinin ardından gitmek istiyor, öte yandan günlük hayatın çıkargözetir düzenine, hesaplarına, dar mantığına boyun eğerek kendi yarattığı ama kendisine yabancılaşmış bir zorunluluğun tutsağı oluyor. İnsanın bu yırtılış ve parçalanışı çağdaş felsefenin temel konularından biridir. Filozoflar, yabancılaşmanın nedenlerini açıklamaya, insansal bütüne götüren yolları belirtmeye çalıştılar. Özellikle Hegelde, dışlaşma, yabancılaşma ve bütünlük kavramlarının önemle ele alındığı görülür. İnsansal bütünü amaç edinmek isteyen çağdaş düşünce akımları (Nazizm, Marksizm, Varoluşçuluk) kaynaklarını Hegelde bulurlar.1 Toplumsal önyargı ve sınırlayışa, hayatın çıkargözetir düzenine, dar bir nesnellik ve akıl anlayışına başkaldırarak bilinçdışının, cinsiyetin, düşün, imgelemin hakkını geri almak ve böylece insansal bütünlüğü gerçekleştirmek isteyen gerçeküstücülük de bu düşünce akımları arasında yer alıyor. Yöneldiği amaca ulaşmak için her aracı kullanan gerçeküstücülük kendini bir sanat akımı olarak değil, bir devrim hareketi olarak görüyordu. Bu yüzden, bilincin koyduğu engelleri kaldırmak için, Freudün yöntemleriyle, şiir ve resmin bir araç olarak kullanılmasına başvurulduğu gibi; hayatın karşısına, alay etme, rezalet çıkarma, adam dövme gibi tavırlarla, toplumun karşısına da belli bir politika anlayışı ve onun gerektirdiği eylemle çıkılıyor, öte yandan nesnel gerçekliği yıkmak için gerçeküstücü nesneler (hem kurt-hem masa heykel, ya da Duchampın mermer-kesme şekeri gibi) yaratılıyordu. Ama sınırlayışları yıkarak insansal bütünlüğü ve özgürlüğü gerçekleştirmek isteyen bu akımın, zamanla, eski sanat eserlerine yenilerini katmaktan başka bir iş yapmadığı görülmeye başlandı.2 Kullanılan araçlar, varılmak istenen amaca uygun düşmemiş, beklenilen devrim gerçekleşmemiştir. Ana eğilimi bakımından yalnız düşünce alanında kalan her hareket gibi gerçeküstücülük de zararsız hale gelmeye başlamış, zamanla evcilleşmiş ve başkaldırdığı toplumun kullandığı bir araç durumuna düşmüştür. Bu başarısızlık gerçeküstücülüğün, düşünceyle gerçek arasındaki bağıntı sorununda, maddeci ya da düşüncü (idéaliste) görüşler arasında kesin bir seçiş yapmamış olmasından doğuyor. Çeşitli durumların etkisinde, gerçeküstücülüğün kimi zaman maddeciliğe ve onun eylem anlayışına, kimi zaman bireyin içine kapanıp düşünsel bir devrim yaratma çabasına yöneldiği ve bu iki uç arasında gidip geldiği görülüyor. Düşünceyle gerçek, imgeselle nesnel, salt olanla görece arasındaki diyalektik birliğin iyice görülememesi gerçeküstücülüğe bir devrim hareketi olarak etkinliğini kaybettirmiştir. Ne var ki her düşünce akımı, eninde sonunda, iki ucdan birine kaymak zorundadır. Nitekim İkinci Dünya Savaşından sonra gerçeküstücülük çok önemli bir kültür hareketi, örnek bir davranış haline getirilmiş, burjuva hümanizmasının içine sokuşturulmak istenmiştir.3 Son yıllarda gerçeküstücülüğün gizemciliğe yöneldiği de görülüyor. Gerçeküstücülük, devrimci bir hareket olarak, başlangıçta kendisine çizmiş olduğu amaçlara varmamış olsa da, şiir bakımından, yüzyılımızın en önemli akımı olmak özelliğini edinmiştir. Günümüzde, hiçbir şair gerçeküstücülüğün şiir deneyini önce yaşamak sonra da aşmak zorunda olduğunu bilmezlikten gelemez. Yoksa kaçınılmaz biçimde şiirin gelişim çizgisinin gerisinde kalacaktır. Bütün yüceliğine rağmen, gerçeküstücü şiirin de günümüzün duyarlığına yetmediği söylenebilir. Bu şiirin yaşayacak yanlarını benimseyerek aşkın bir düzeyde yeniden değerlendirmek ödevi bugünün şairine düşüyor. Yaratıcılığın yasası, aynı alanda daha önce ortaya konmuş olanlarla hesaplaşmayı, onları özümleyip değerlendirmeyi ve aşmayı gerektiriyor. Yoksa natüralizmi tabiîlik,4 sembolizmi ipham5 sanmaktan; şiir anlayışımızı gerçeğin düzeninde yapamıyacağımız bu değişikliği, kelimelerin konuşma dilindeki gündelik düzeninde yapmaya6 dayandırırken, gerçeküstücülüğün eksik ve sığ bir tanımlamasını vermekten kurtulamayız. İçinde bulunduğumuz toplumsal gerçeğin bilinçlerimizi belirlediği; kavrayış gücümüze sınırlar çizdiği doğrudur. Bir ülkenin az gelişmişliğinin bireylerinin bilincinde yansıdığı da doğrudur. Ama bilinç sadece bir edilgin yansıma değildir. Bilinç nesnelin bilgisini edindikçe, gerçeğin doğru bir tasarımı ve içinde bulunduğu zorunlulukların bilgisi haline girdikçe edilginlikten kurtulur, kendisini tutsaklaştıran belirlenimleri aşar ve özvarlığını gerçekleştirme olanağını kazanır. Bilinçle gerçeğin bu diyalektiği politikadaki gelişimin de, sanattaki gelişimin de ilkesidir. Başka bir deyişle, yaratıcılık öznelin ve nesnelin bilgisini zorunlu bir ön-koşul olarak içinde taşır. Ne var ki kendisinin ve nesnelin bilgisine varamayan bilinç gerçekleri çarpık ve bulanık biçimde yansıtmaktan da geri durmaz. Bu açıdan bakmadıkça, edebiyatımızın niçin çocuksu bir kördöğüşü gibi sürüp gittiğini; evren, tarih, toplumsal gerçekler ve dayanmak istediği kültür gerçekleri karşısında niçin eksik ve başarısız bir tavır tutturduğunu anlayamayız. Evrensel değerler taşıyan eserler vermek isteyen kimse, içinde bulunduğumuz köhne düşünsel belirlenimleri aşarak, insan bilincinin ve duyarlığının ucunda yer almak ve ondan başlamak zorundadır. Edebiyatın bilgiye indirgenemeyen bir nitelik taşıdığını ama yine de bilginin tikel bir biçimi olduğunu unutmamak gerekiyor. Gerçeküstücülükle ilgili bir kitabın girişinde bilinç, bilgi ve nesnellikten söz edilmesine şaşanlar olacaktır. Onlara Bretonun şu sözünü hatırlatmak isterim: Her gerçek edimin temelinde doğrunun araştırılması vardır.7 Breton, bilimin sınırlı nesnellik ve akıl anlayışına karşı, karartı bilmeyen gerçek bir aklı8 ve ortaya çıkarılması gereken evrensel bilgiye karşı duyulan açlığı9 koymak istiyordu. Başka bir deyişle, Breton belli bir akıl anlayışına karşı geliyor, akıl yetisini salt değil, gör
Nazım Hikmete, Kemal Tahire, A. Hamdi Tanpınara, çeşitli şairlere ve edebiyat sorunlarına ilişkin bu yazılar gerçek anlamıyla edebiyat eleştirileri değil. Bu yazılardaki yaklaşım, felsefe geleneğinden yoksun edebiyat eleştirimizin ötesine geçmek isteyen iyi niyetli ürünler olarak görülebilir. Tadımlık İnsan bir yandan sınırsız isteklerinin, kayıt tanımaz düşlerinin ardından gitmek istiyor, öte yandan günlük hayatın çıkargözetir düzenine, hesaplarına, dar mantığına boyun eğerek kendi yarattığı ama kendisine yabancılaşmış bir zorunluluğun tutsağı oluyor. İnsanın bu yırtılış ve parçalanışı çağdaş felsefenin temel konularından biridir. Filozoflar, yabancılaşmanın nedenlerini açıklamaya, insansal bütüne götüren yolları belirtmeye çalıştılar. Özellikle Hegelde, dışlaşma, yabancılaşma ve bütünlük kavramlarının önemle ele alındığı görülür. İnsansal bütünü amaç edinmek isteyen çağdaş düşünce akımları (Nazizm, Marksizm, Varoluşçuluk) kaynaklarını Hegelde bulurlar.1 Toplumsal önyargı ve sınırlayışa, hayatın çıkargözetir düzenine, dar bir nesnellik ve akıl anlayışına başkaldırarak bilinçdışının, cinsiyetin, düşün, imgelemin hakkını geri almak ve böylece insansal bütünlüğü gerçekleştirmek isteyen gerçeküstücülük de bu düşünce akımları arasında yer alıyor. Yöneldiği amaca ulaşmak için her aracı kullanan gerçeküstücülük kendini bir sanat akımı olarak değil, bir devrim hareketi olarak görüyordu. Bu yüzden, bilincin koyduğu engelleri kaldırmak için, Freudün yöntemleriyle, şiir ve resmin bir araç olarak kullanılmasına başvurulduğu gibi; hayatın karşısına, alay etme, rezalet çıkarma, adam dövme gibi tavırlarla, toplumun karşısına da belli bir politika anlayışı ve onun gerektirdiği eylemle çıkılıyor, öte yandan nesnel gerçekliği yıkmak için gerçeküstücü nesneler (hem kurt-hem masa heykel, ya da Duchampın mermer-kesme şekeri gibi) yaratılıyordu. Ama sınırlayışları yıkarak insansal bütünlüğü ve özgürlüğü gerçekleştirmek isteyen bu akımın, zamanla, eski sanat eserlerine yenilerini katmaktan başka bir iş yapmadığı görülmeye başlandı.2 Kullanılan araçlar, varılmak istenen amaca uygun düşmemiş, beklenilen devrim gerçekleşmemiştir. Ana eğilimi bakımından yalnız düşünce alanında kalan her hareket gibi gerçeküstücülük de zararsız hale gelmeye başlamış, zamanla evcilleşmiş ve başkaldırdığı toplumun kullandığı bir araç durumuna düşmüştür. Bu başarısızlık gerçeküstücülüğün, düşünceyle gerçek arasındaki bağıntı sorununda, maddeci ya da düşüncü (idéaliste) görüşler arasında kesin bir seçiş yapmamış olmasından doğuyor. Çeşitli durumların etkisinde, gerçeküstücülüğün kimi zaman maddeciliğe ve onun eylem anlayışına, kimi zaman bireyin içine kapanıp düşünsel bir devrim yaratma çabasına yöneldiği ve bu iki uç arasında gidip geldiği görülüyor. Düşünceyle gerçek, imgeselle nesnel, salt olanla görece arasındaki diyalektik birliğin iyice görülememesi gerçeküstücülüğe bir devrim hareketi olarak etkinliğini kaybettirmiştir. Ne var ki her düşünce akımı, eninde sonunda, iki ucdan birine kaymak zorundadır. Nitekim İkinci Dünya Savaşından sonra gerçeküstücülük çok önemli bir kültür hareketi, örnek bir davranış haline getirilmiş, burjuva hümanizmasının içine sokuşturulmak istenmiştir.3 Son yıllarda gerçeküstücülüğün gizemciliğe yöneldiği de görülüyor. Gerçeküstücülük, devrimci bir hareket olarak, başlangıçta kendisine çizmiş olduğu amaçlara varmamış olsa da, şiir bakımından, yüzyılımızın en önemli akımı olmak özelliğini edinmiştir. Günümüzde, hiçbir şair gerçeküstücülüğün şiir deneyini önce yaşamak sonra da aşmak zorunda olduğunu bilmezlikten gelemez. Yoksa kaçınılmaz biçimde şiirin gelişim çizgisinin gerisinde kalacaktır. Bütün yüceliğine rağmen, gerçeküstücü şiirin de günümüzün duyarlığına yetmediği söylenebilir. Bu şiirin yaşayacak yanlarını benimseyerek aşkın bir düzeyde yeniden değerlendirmek ödevi bugünün şairine düşüyor. Yaratıcılığın yasası, aynı alanda daha önce ortaya konmuş olanlarla hesaplaşmayı, onları özümleyip değerlendirmeyi ve aşmayı gerektiriyor. Yoksa natüralizmi tabiîlik,4 sembolizmi ipham5 sanmaktan; şiir anlayışımızı gerçeğin düzeninde yapamıyacağımız bu değişikliği, kelimelerin konuşma dilindeki gündelik düzeninde yapmaya6 dayandırırken, gerçeküstücülüğün eksik ve sığ bir tanımlamasını vermekten kurtulamayız. İçinde bulunduğumuz toplumsal gerçeğin bilinçlerimizi belirlediği; kavrayış gücümüze sınırlar çizdiği doğrudur. Bir ülkenin az gelişmişliğinin bireylerinin bilincinde yansıdığı da doğrudur. Ama bilinç sadece bir edilgin yansıma değildir. Bilinç nesnelin bilgisini edindikçe, gerçeğin doğru bir tasarımı ve içinde bulunduğu zorunlulukların bilgisi haline girdikçe edilginlikten kurtulur, kendisini tutsaklaştıran belirlenimleri aşar ve özvarlığını gerçekleştirme olanağını kazanır. Bilinçle gerçeğin bu diyalektiği politikadaki gelişimin de, sanattaki gelişimin de ilkesidir. Başka bir deyişle, yaratıcılık öznelin ve nesnelin bilgisini zorunlu bir ön-koşul olarak içinde taşır. Ne var ki kendisinin ve nesnelin bilgisine varamayan bilinç gerçekleri çarpık ve bulanık biçimde yansıtmaktan da geri durmaz. Bu açıdan bakmadıkça, edebiyatımızın niçin çocuksu bir kördöğüşü gibi sürüp gittiğini; evren, tarih, toplumsal gerçekler ve dayanmak istediği kültür gerçekleri karşısında niçin eksik ve başarısız bir tavır tutturduğunu anlayamayız. Evrensel değerler taşıyan eserler vermek isteyen kimse, içinde bulunduğumuz köhne düşünsel belirlenimleri aşarak, insan bilincinin ve duyarlığının ucunda yer almak ve ondan başlamak zorundadır. Edebiyatın bilgiye indirgenemeyen bir nitelik taşıdığını ama yine de bilginin tikel bir biçimi olduğunu unutmamak gerekiyor. Gerçeküstücülükle ilgili bir kitabın girişinde bilinç, bilgi ve nesnellikten söz edilmesine şaşanlar olacaktır. Onlara Bretonun şu sözünü hatırlatmak isterim: Her gerçek edimin temelinde doğrunun araştırılması vardır.7 Breton, bilimin sınırlı nesnellik ve akıl anlayışına karşı, karartı bilmeyen gerçek bir aklı8 ve ortaya çıkarılması gereken evrensel bilgiye karşı duyulan açlığı9 koymak istiyordu. Başka bir deyişle, Breton belli bir akıl anlayışına karşı geliyor, akıl yetisini salt değil, gör
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat