Bedenistan; Eylül'ün Çığlığı Eylül'ün Çığlığı

Stok Kodu:
9789944387033
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
328
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2006-12-30
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
15,30
9789944387033
376326
Bedenistan; Eylül'ün Çığlığı
Bedenistan; Eylül'ün Çığlığı Eylül'ün Çığlığı
15.30
Şehrin gece lambaları, şafak sonrasında güneşin ilk ışıklarına yenik düşmek üzere... Daha bir ay öncesinde bu saatlerde güneş doğmuş oluyordu çoktan. Sonbahar her şeyiyle kendisini hissettirmeye başladı bile... Yorgun ve yaşlı kadını hatırlatan İstanbul, biraz sonra kendisine azıcık da olsa yakışan, yaşlı gerdanında hakiki inciler gibi parlayan ışıklarını söndürecek ve yine yorgun ama telaşlı bir güne başlayacak. Aynen bu şehre benzetiyorum bugün kendimi... İstanbul'un binlerce, benimse elli küsur yılın yorgunluğu ve dinginliği var üzerimizde. (...) Ve bugün yirmi beş eylül bin dokuz yüz doksan sekiz... Bu serin eylül sabahında İstanbul'a ağız dolusu küfredeceğim. Şu anda: 'Merhaba şimdi ve hoş geldin bugün' demeye hazırlanıyorum. "Merhaba özgürlüğümün ilk günü!" "Şimdi, sana merhaba!" İnsana ait ne varsa yargıladık, toplumsal ahlak, namus gibi kavramlar adına. Yetmedi devam ettik düşünceyle bedenimizi kirletmeye. Bir ket vurdukça o geriledi. Ardından başladı kanserli hücreler vücudumuzu sarıp egemen olmaya. Bir gün baktık ki; bütün güzellikleri geride bırakarak Bedenistan'ı tüketmişiz... Bedenistan'ın sayfalarını karıştırırken insanların ne kadar güdük bir 'us'a sahip olduklarını net bir şekilde kavramaya başladım. Beyin güdük kalınca da beden kısırlaşarak, üretkenlik, dünyaya bakış ve mutlu olabilmenin kriterleri de insandan insana farklılık gösterir. Sanırım çoğumuzun farkında olmadan "yaşayıp gittiği" gerçeği bu. Evet, hepimizin yanı başında duran gerçeğini, ısrarla unutmaya çalışılmasından rahatsızlık duyan Kenan Beysoylu, toplumbilimci kişiliğiyle; insanın insana, insanın kendi ve karşı cinsinin bedenine yine insanın yaşadığı gezegene bakışını farklı bir tarzda gündeme getirmeyi başarmış. Doğrusu ben Bedenistan'ı okudukça kimin ne kadar ahmak, namuslu veya bunların temel kriterlerinin neler olması gerektiği konusunda insanlık adına, insan olmaktan bir kez daha utandım... Bir yerlerde insanlar hayvanlarla münasebete girip cinselliği tanıyıp, çocukların ırzına geçerken, bir yerlerde beyinsel ve bedensel özgürlüğünü kullanan insanlar namussuz ilan edilerek toplum dışı bırakılır. Yaşam tüm çıplaklığıyla önümüzde ve Bedenistan'ın sayfaları ilerledikçe daha farklı bir bakış açısını yakalamaya başladım. Cinsel olgunluğa erişen insanın bunu kendine dahi ifade edemediği bir toplumda "fikren ve bedenen" sağlıklı bireylerin yetişmesi mümkün olabilir mi? İnsanların cinsel kimliğini kavrayıp sahip çıkamamasının doğurabileceği psikolojik olumsuzluklar kimsenin umurunda olmadığı sürece, o toplumda tecavüz ahlaksızlık olarak değerlendirilirken, çoğunluk bunun nasıl bir duygu olduğunu da hep merak eder. Yine herkes kirlenmiş (el değmiş) bedenine, el değmemiş bir bakirenin dokunmasını bekler. Bekler de, Bedenistan beklemez... Zira kadın ve erkek arasında sürekli bir iktidar savaşı olsa da; herkesin istediği "ikiz tepelerden sinsice inerek, düşmanı bozguna uğratıp, tatlı su vadisini teslim almak, ya da teslim olmak... Çünkü yaşamın özü burada saklı!
Şehrin gece lambaları, şafak sonrasında güneşin ilk ışıklarına yenik düşmek üzere... Daha bir ay öncesinde bu saatlerde güneş doğmuş oluyordu çoktan. Sonbahar her şeyiyle kendisini hissettirmeye başladı bile... Yorgun ve yaşlı kadını hatırlatan İstanbul, biraz sonra kendisine azıcık da olsa yakışan, yaşlı gerdanında hakiki inciler gibi parlayan ışıklarını söndürecek ve yine yorgun ama telaşlı bir güne başlayacak. Aynen bu şehre benzetiyorum bugün kendimi... İstanbul'un binlerce, benimse elli küsur yılın yorgunluğu ve dinginliği var üzerimizde. (...) Ve bugün yirmi beş eylül bin dokuz yüz doksan sekiz... Bu serin eylül sabahında İstanbul'a ağız dolusu küfredeceğim. Şu anda: 'Merhaba şimdi ve hoş geldin bugün' demeye hazırlanıyorum. "Merhaba özgürlüğümün ilk günü!" "Şimdi, sana merhaba!" İnsana ait ne varsa yargıladık, toplumsal ahlak, namus gibi kavramlar adına. Yetmedi devam ettik düşünceyle bedenimizi kirletmeye. Bir ket vurdukça o geriledi. Ardından başladı kanserli hücreler vücudumuzu sarıp egemen olmaya. Bir gün baktık ki; bütün güzellikleri geride bırakarak Bedenistan'ı tüketmişiz... Bedenistan'ın sayfalarını karıştırırken insanların ne kadar güdük bir 'us'a sahip olduklarını net bir şekilde kavramaya başladım. Beyin güdük kalınca da beden kısırlaşarak, üretkenlik, dünyaya bakış ve mutlu olabilmenin kriterleri de insandan insana farklılık gösterir. Sanırım çoğumuzun farkında olmadan "yaşayıp gittiği" gerçeği bu. Evet, hepimizin yanı başında duran gerçeğini, ısrarla unutmaya çalışılmasından rahatsızlık duyan Kenan Beysoylu, toplumbilimci kişiliğiyle; insanın insana, insanın kendi ve karşı cinsinin bedenine yine insanın yaşadığı gezegene bakışını farklı bir tarzda gündeme getirmeyi başarmış. Doğrusu ben Bedenistan'ı okudukça kimin ne kadar ahmak, namuslu veya bunların temel kriterlerinin neler olması gerektiği konusunda insanlık adına, insan olmaktan bir kez daha utandım... Bir yerlerde insanlar hayvanlarla münasebete girip cinselliği tanıyıp, çocukların ırzına geçerken, bir yerlerde beyinsel ve bedensel özgürlüğünü kullanan insanlar namussuz ilan edilerek toplum dışı bırakılır. Yaşam tüm çıplaklığıyla önümüzde ve Bedenistan'ın sayfaları ilerledikçe daha farklı bir bakış açısını yakalamaya başladım. Cinsel olgunluğa erişen insanın bunu kendine dahi ifade edemediği bir toplumda "fikren ve bedenen" sağlıklı bireylerin yetişmesi mümkün olabilir mi? İnsanların cinsel kimliğini kavrayıp sahip çıkamamasının doğurabileceği psikolojik olumsuzluklar kimsenin umurunda olmadığı sürece, o toplumda tecavüz ahlaksızlık olarak değerlendirilirken, çoğunluk bunun nasıl bir duygu olduğunu da hep merak eder. Yine herkes kirlenmiş (el değmiş) bedenine, el değmemiş bir bakirenin dokunmasını bekler. Bekler de, Bedenistan beklemez... Zira kadın ve erkek arasında sürekli bir iktidar savaşı olsa da; herkesin istediği "ikiz tepelerden sinsice inerek, düşmanı bozguna uğratıp, tatlı su vadisini teslim almak, ya da teslim olmak... Çünkü yaşamın özü burada saklı!
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat